Ödevler – 1000+ Yeni Bilgi – Nedir? Kimdir? Nasıl Yapılır? https://1bilgi.com Binlerce yeni bilgi sizlerle, Genel kültür, tarih, sağlık, edebiyat gibi birçok alanda yeni bilgiler Sun, 09 Jul 2023 10:08:08 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.8.3 Nükleer Güç Santrali Nedir, Avantajları ve Dezavantajları Nelerdir? https://1bilgi.com/233/nukleer-guc-santrali-nedir-avantajlari-ve-dezavantajlari-nelerdir.html https://1bilgi.com/233/nukleer-guc-santrali-nedir-avantajlari-ve-dezavantajlari-nelerdir.html?noamp=mobile#respond Sun, 09 Jul 2023 10:07:10 +0000 https://1bilgi.com/?p=233 Nükleer güç santralleri, elektrik enerjisi üretmek için nükleer enerjiyi kullanan tesislerdir. Bu santrallerde, çekirdek bölünmesi veya çekirdek birleşmesi gibi nükleer reaksiyonlar yoluyla büyük miktarda enerji üretilir. Bu enerji, elektrik üretmek için kullanılır ve hızlı, verimli ve temiz bir enerji kaynağı sağlar. Bu blog yazısında, nükleer güç santrallerinin ne olduğunu, nasıl çalıştığını, farklı çeşitlerini, avantajlarını ve dezavantajlarını inceleyeceğiz.

Nükleer Güç Santrali Nedir?

Nükleer güç santrali, nükleer enerjinin elektrik enerjisine dönüştürüldüğü tesislerdir. Bu santrallerde, radyoaktif malzemeler kullanılarak başlatılan bir nükleer reaksiyon ile buhar üretilir ve bu buhar da türbinleri çevirerek elektrik enerjisi elde edilir. Nükleer güç santralleri, dünya genelinde enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Nükleer güç santralleri, farklı türde nükleer reaksiyonlar kullanabilir. En yaygın nükleer reaksiyon türü, uranyumun (genellikle uranyum-235) fisyonunu içerir. Bu fisyon reaksiyonu, atom çekirdeğinin parçalanmasıyla gerçekleşir ve çok miktarda enerji açığa çıkarır. Bunun yanı sıra, bazı nükleer güç santralleri de uranyum yerine, plütonyum, toryum veya lityum gibi farklı radyoaktif malzemeleri kullanabilir.

Nükleer enerjinin elektrik enerjisine dönüştürülmesi, bir dizi karmaşık süreç gerektirir. Nükleer reaksiyon sonucunda açığa çıkan ısı enerjisi, bir soğutma sistemi aracılığıyla alınır. Bu ısı enerjisi, buhar üretmek için kullanılan birincil devreye aktarılır. Bu buhar, türbinleri çeviren ve elektrik enerjisi üreten ikincil bir devre tarafından kullanılır. Son olarak, elde edilen elektrik enerjisi, iletim hatları aracılığıyla tüketiciye ulaştırılmak üzere şebekeye verilir.

Nükleer Enerji Nasıl Üretilir?

Nükleer enerji, günümüzde enerji üretiminde yaygın olarak kullanılan bir kaynaktır. Nükleer enerjinin nasıl üretildiği ve kullanıldığı konusu birçok kişi tarafından merak edilmektedir. Bu yazıda, nükleer enerji üretimi hakkında daha fazla bilgi edineceksiniz.

Nükleer enerjinin temel prensibi, atomların çekirdeklerindeki bölünme veya birleşme reaksiyonlarından elde edilen enerjinin kullanılmasıdır. Nükleer enerji, uranyum veya plütonyum gibi radyoaktif elementlerin nükleer reaksiyonlar ile çekirdeklerinin parçalanması sonucu oluşur.

Bu reaksiyonlar, bir nükleer güç santrali içerisinde kontrol edilir. Nükleer güç santralleri, nükleer fisyon ve nükleer füzyon süreçlerini kullanarak elektrik enerjisi üretir. Nükleer fisyon sürecinde, bir uranyum çubuğu kullanılır ve çekirdeklerin parçalanması sonucu büyük miktarda enerji açığa çıkar. Bu enerji, su buharı üretmek için kullanılır ve buhar bir türbinden geçirilerek elektrik enerjisine dönüştürülür.

  • Nükleer enerji, sınırlı miktarda yakıt kullanır. Bir kilogram uranyum, bir ton kömürle aynı miktarda enerji üretebilir.
  • Nükleer enerji, diğer geleneksel enerji kaynaklarına göre daha temizdir. Nükleer reaktörler, atmosfere zararlı gazlar salmaz ve sera etkisine yol açmaz.
  • Nükleer enerji, sürekli bir kaynak olarak kabul edilir. Uran kaynakları, kömür ve petrol gibi fosil yakıtlara göre daha uzun süre dayanabilir.

Nükleer enerji, düşük sera gazı emisyonları, sürdürülebilirlik ve enerji bağımsızlığı gibi birçok avantaja sahiptir. Ancak, bu enerji kaynağı aynı zamanda radyoaktif atıkların depolanması ve nükleer kazalar gibi risklerle de ilişkilidir. Her bir avantajın ve dezavantajın dikkatlice değerlendirilmesi önemlidir.

Nükleer enerji, dünyanın enerji ihtiyaçlarına cevap vermek için önemli bir rol oynamaktadır. Teknolojik ilerlemelerle birlikte, nükleer enerjinin daha güvenli ve sürdürülebilir hale getirilmesi hedeflenmektedir. Nükleer enerjinin gelecekteki kullanımı, çevresel, ekonomik ve sosyal faktörlerin dikkate alınmasıyla belirlenecektir.

Nükleer Güç Santrali Çeşitleri Nelerdir?

Nükleer güç santralleri, elektrik enerjisi üretmek için nükleer reaksiyonları kullanan büyük tesislerdir. Bu santraller, çeşitli tiplerde inşa edilebilir ve her biri farklı özelliklere sahiptir.

Birinci tip nükleer güç santrali, basınçlı su reaktörleridir. Bu tür santrallerde, nükleer fisyon işlemi için uranyum veya plütonyum kullanılır. Fisyon reaksiyonundan elde edilen ısı, basınçlı suyu buharlaştırmak için kullanılır ve buhar türbinlerini döndürerek elektrik enerjisi üretilir.

İkinci tip nükleer güç santrali ise ağır su reaktörleridir. Bu tip santrallerde, yerine uranyum yerine deuterium oksit veya ağır su kullanılır. Ağır su, nötronların daha verimli bir şekilde fisyon reaksiyonuna katılmasını sağlar ve daha yüksek düzeyde enerji elde edilmesini sağlar.

TipAçıklama
Basınçlı su reaktörleriUranyum veya plütonyum fisyonunu kullanır
Ağır su reaktörleriDeuterium oksit veya ağır su kullanır

Nükleer Güç Santrallerinin Avantajları Ve Dezavantajları Nelerdir?

Nükleer güç santralleri, nükleer enerji üretmek için kullanılan karmaşık ve büyük tesislerdir. Bu santrallerde, çekirdek reaksiyonları sonucu elde edilen enerji, elektrik enerjisi olarak kullanılır. Nükleer güç santrallerinin avantajları arasında yüksek enerji verimliliği, düşük sera gazı emisyonu ve uzun ömürleri bulunur. Bu santraller, dünya genelinde güvenli bir şekilde çalıştırılarak büyük miktarlarda elektrik enerjisi üretebilme kapasitesine sahiptir.

Nükleer güç santrallerinin dezavantajları arasında ise çevresel etkiler, nükleer atıkların depolanması ve güvenlik problemleri bulunur. Nükleer enerjinin üretimi, çevresel etkileri nedeniyle tartışmalı bir konudur. Nükleer atıkların uzun süreli depolanması ve nükleer kazaların potansiyel riskleri, nükleer enerjinin kullanımını sınırlayan faktörlerdir.

Bununla birlikte, nükleer güç santrallerinin avantajları ve dezavantajları arasında ekonomik faktörler de bulunur. Santral altyapısının inşası, işletilmesi ve atıkların yönetimi maliyetli olabilir. Ayrıca, nükleer enerji tesislerinin güvenlik önlemleri ve denetimlerinin sıkı olması gerekmektedir.

Özetlemek gerekirse, nükleer güç santralleri hem avantajlara hem de dezavantajlara sahip olan enerji üretim tesisleridir. Yüksek enerji verimliliği ve düşük sera gazı emisyonu gibi avantajları bulunurken, çevresel etkiler, nükleer atıkların depolanması ve güvenlik problemleri gibi dezavantajları da vardır. Bu nedenle, nükleer enerjinin kullanımıyla ilgili kararlar dikkatlice değerlendirilmeli ve çeşitli faktörler göz önünde bulundurulmalıdır.

AvantajlarDezavantajlar
Yüksek enerji verimliliğiÇevresel etkiler
Düşük sera gazı emisyonuNükleer atıkların depolanması
Uzun ömürGüvenlik problemleri
]]>
https://1bilgi.com/233/nukleer-guc-santrali-nedir-avantajlari-ve-dezavantajlari-nelerdir.html/feed 0
Finansal Varlık Fiyatlama Modeli ve Arbitraj Fiyatlama Modelinin Doğuşu https://1bilgi.com/184/finansal-varlik-fiyatlama-modeli-ve-arbitraj-fiyatlama-modelinin-dogusu.html https://1bilgi.com/184/finansal-varlik-fiyatlama-modeli-ve-arbitraj-fiyatlama-modelinin-dogusu.html?noamp=mobile#respond Sun, 02 Jul 2023 18:25:00 +0000 https://1bilgi.com/?p=184 Finansal varlık fiyatlama modeli, finans sektöründe önemli bir yer tutan varlık fiyatlamasına ve değerlemesine yönelik bir yaklaşımdır. Bu model, finansal varlık fiyatlarını belirlemek için kullanılan matematiksel ve istatistiksel bir yöntemdir.

Bu blog yazısında, finansal varlık fiyatlama modelinin ne olduğunu, gelişim sürecini, temel prensiplerini, arbitraj fiyatlama modelinin ne olduğunu ve uygulanması sonucunda elde edilen sonuçları ele alacağız. Finansal varlık fiyatlama modeli, finansal piyasalarda etkin bir fiyat oluşumu sağlamak ve yatırımcılara değerli bilgiler sunmak için kullanılan bir araçtır.

Finansal varlık fiyatlama modeli, bir varlığın değerini etkileyen temel faktörleri analiz ederek gelecekteki getirilerini tahmin etmeyi amaçlar. Bu model, risk ve getiri arasındaki ilişkileri inceler ve yatırımcılara doğru fiyatlamalar yapabilmeleri için önemli veriler sunar.

Arbitraj fiyatlama modeli ise, piyasalardaki fiyat farklılıklarını kullanarak risksiz bir kar elde etme stratejisidir. Bu modelde, varlık fiyatlarındaki dengesizliklerden yararlanarak arbitraj yapmak ve risksiz bir şekilde kar elde etmek hedeflenir.

Bu blog yazısında, finansal varlık fiyatlama modelinin gelişimi, temel prensipleri ve arbitraj fiyatlama modelinin uygulanması ve sonuçları hakkında daha detaylı bilgi vereceğiz. Bu bilgiler, yatırımcılar için hem daha iyi fiyatlama yapmalarına hem de riskleri yönetmelerine yardımcı olacak önemli bilgiler sunacaktır.

Finansal Varlık Fiyatlama Modeli Nedir?

Bugünkü blog yazımızda finansal varlık fiyatlama modelini ele alacağız. Finansal varlık fiyatlama modeli, finansal piyasalarda aktif olarak işlem gören varlıkların değerlerini tespit etmek için kullanılan bir yöntemdir. Bu model, varlıkların gelecekteki nakit akımlarını tahmin ederek, bugünkü değerlerini hesaplamaya dayanır. Bu şekilde, yatırımcılar, varlıkların gerçek değerlerini belirlemek ve uygun fiyattan alım satım yapmak için kullanabilirler.

Finansal varlık fiyatlama modelinin doğuşu, finansal teori ve uygulamanın uzun bir sürecin sonucudur. Bu model, öncelikle 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamıştır. Ekonomistler ve finansal uzmanlar, varlık fiyatlama konusunda farklı teoriler geliştirmişlerdir. Bu çalışmalar, bugünkü finansal varlık fiyatlama modellerinin temelini oluşturmuştur.

Finansal varlık fiyatlama modelinin temel prensipleri, gelecekteki nakit akımlarının belirsiz olduğunu ve risksiz faiz oranının değişebileceğini kabul eder. Bu prensipler doğrultusunda, model varlıkların risk ve getiri ilişkisini inceler. Bu sayede yatırımcılar, riske bağlı olarak beklenen getirilerini değerlendirerek, varlık fiyatlarını belirleyebilirler.

Finansal Varlık Fiyatlama Modelinin Gelişimi

Finansal varlık fiyatlama modeli, yatırımcıların finansal varlıkların değerini belirlemek için kullandıkları bir analitik araçtır. Özellikle hisse senetleri, tahviller, opsiyonlar gibi çeşitli finansal enstrümanlar için kullanılır. Bu modeller, yatırımcılara potansiyel risk ve getiri oranları hakkında bilgi sağlar ve karar verme süreçlerine rehberlik eder.

Finansal varlık fiyatlama modelinin doğuşu, 1960’lı yıllarda başlayan modern finans teorileri ve belirli ekonomik varsayımların geliştirilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu dönemde, Nobel ödüllü ekonomist William Sharpe ve diğer birçok araştırmacı finansal piyasaların ve yatırımcı davranışlarının matematiksel modellerini oluşturmuşlardır.

Finansal varlık fiyatlama modelleri, genellikle iki ana kategori altında incelenir: Finansal varlık fiyatlama modelleri ve arbitraj fiyatlama modelleri. Finansal varlık fiyatlama modelleri, genellikle hisse senetleri gibi riskli varlıkların fiyatlarını tahmin ederken kullanılırken, arbitraj fiyatlama modelleri, tahviller gibi risksiz varlıkların fiyatlarını tahmin etmek için kullanılır.

Finansal Varlık Fiyatlama Modeli’nin Temel Prensipleri

Finansal varlık fiyatlama modeli, finansal piyasalarda varlıkların değerlemesinde kullanılan bir analiz yöntemidir. Bu model, yatırımcıların finansal varlıkların değeri hakkında daha doğru tahminlerde bulunmasını sağlar. Peki, finansal varlık fiyatlama modelinin temel prensipleri nelerdir?

Birinci prensip, risk faktörlerinin belirlenmesidir. Finansal varlık fiyatlama modeli, temel olarak risk faktörlerini dikkate alır ve bu faktörlerin varlık fiyatları üzerindeki etkisini inceler. Örneğin, bir hisse senedinin fiyatı, şirketin karlılık durumu, faaliyetlerinin sektörel etkileri ve makro ekonomik faktörler gibi birçok risk faktöründen etkilenebilir.

İkinci prensip, gelecek beklentilerinin dikkate alınmasıdır. Finansal varlık fiyatlama modeli, gelecekteki getiri ve risk beklentilerinin değerlemeye dahil edilmesini önemser. Bu nedenle, yatırımcılar ve analistler, gelecekteki ekonomik ve finansal koşulları analiz ederek varlık fiyatlarını tahmin etmeye çalışırlar.

Arbitraj Fiyatlama Modeli Nedir?

Arbitraj Fiyatlama Modeli finansal piyasalarda oldukça önemli bir yere sahip olan bir kavramdır. Bu model, varlık fiyatlarının nasıl belirlendiği ve arbitraj imkanlarının nasıl değerlendirildiği konusunda önemli bir rol oynamaktadır.

Arbitraj Fiyatlama Modeli’nin doğuşu, finansal piyasalarda ortaya çıkan fiyat farklarından yola çıkarak gerçekleştirilmiştir. Bu model sayesinde yatırımcılar, farklı piyasalardaki varlık fiyatları arasındaki farklardan yararlanarak risksiz kar elde etme imkanına sahip olmuşlardır.

Arbitraj Fiyatlama Modeli’ne göre, finansal varlıkların fiyatları, piyasalardaki arz ve talep dengesinin bir sonucu olarak belirlenir. Bu model, piyasalardaki fiyat farklarından yola çıkarak, fiyatların gerçek değerinden sapmasının ve arbitraj imkanlarının ortaya çıkmasının sebeplerini analiz etmektedir.

Finansal VarlıkFiyatlama ModeliArbitraj Fiyatlama Modeli
Hisse senetleriBinominal ModelRiske Duyarlılık Modeli
TahvillerYüzde Nakit AkışıÇoklu Faktör Modeli
OpsiyonlarBlack-Scholes ModeliRisk Nötr Modeli

Arbitraj Fiyatlama Modeli’nin Uygulanması Ve Sonuçları

Arbitraj Fiyatlama Modeli, finansal varlık fiyatlama modellerinden biridir ve finansal piyasalardaki fiyat hareketlerini tahmin etmeye çalışır. Bu modelin doğuşu, finansal piyasalardaki arbitraj fırsatlarını değerlendirmek ve getiri elde etmek için ortaya çıkmıştır.

Arbitraj Fiyatlama Modeli, temel olarak, bir varlığın fiyatının risk kaynaklarına ve beklenen getirisine dayandığını varsayar. Bu model, temel prensiplerine göre, fiyatların arbitraj fırsatları oluşmadıkça etkin bir şekilde fiyatlandığını belirtir. Yani, bir varlık ucuzsa ve benzer riskli olmayan bir varlık daha pahalıysa, yatırımcılar ucuz olan varlığı alıp pahalı olanı satacak ve bu durumda fiyatlar dengelenecektir.

Arbitraj Fiyatlama Modeli’nin uygulanması, finansal varlık fiyatlarının analizini içerir. Bu analizde ilgilenilen varlığın fiyatı ile piyasadaki diğer ilgili varlıkların fiyatları arasındaki ilişki incelenir. Eğer bir farklılık veya açık piyasa fırsatı tespit edilirse, aradaki farkı kapatmak ve kar elde etmek için arbitraj işlemleri gerçekleştirilir.

]]>
https://1bilgi.com/184/finansal-varlik-fiyatlama-modeli-ve-arbitraj-fiyatlama-modelinin-dogusu.html/feed 0
Siyasal Partiler Ve Türkiyedeki Parti Yasakları https://1bilgi.com/54/siyasal-partiler-ve-turkiyedeki-parti-yasaklari.html https://1bilgi.com/54/siyasal-partiler-ve-turkiyedeki-parti-yasaklari.html?noamp=mobile#respond Thu, 25 Aug 2022 19:08:12 +0000 https://1bilgi.com/?p=54 Türkiye’de Siyasi Partiler

Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de, siyasal partilerin ortaya çıkışında “temsili demokrasi”nin ve “oy hakkının genişletilmesi”nin önemli bir rol oynadığı yadsınamaz. Türkiye’de ilk siyasal örgütlenmeler, I. Meşrutiyet döneminin sonlarında, gizli olarak kurulan derneklerle başlamıştır.

1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilânından sonra, dernek kurma özgürlüğü tanınmış ve siyasal partiler de, dernek statüsüne sokulmuştur. Bunun sonucunda, çoğunluğu daha önce kurulmuş derneklerin tabanları üzerinde olmak üzere, birçok siyasal parti kurulmuştur.

Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde ise, bağımsızlık mücadelesini yürütmek üzere, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri oluşturulmuştur. Bu dernekler, Erzurum Kongresinde, “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında; Sivas Kongresinde ise “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, TBMM’nin kuruluşunda ve ulusal bağımsızlığın kazanılmasında çok önemli roller üstlenmiştir.

23 nisan 1920’de toplanan TBMM’nin, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin programını uygulaması ve bir bütün olarak hareket etmesi beklenirken, zamanla birtakım gruplaşmalar ve düşünce ayrılıkları kendisini göstermiştir. Diğer yandan, yeni kurulan devletin yapısında, siyasal partiler gibi, birtakım çağdaş kuruluşlara da gereksinim duyulmaya başlanmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından 9 Eylül 1923’te HALK FIRKASI (Cumhuriyet Halk Partisi) kurulmuştur.

Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi)

TBMM’de gruplaşmaların çoğaldığı ve siyasal yaşamda siyasal partilere gereksinim duyulmaya başlandığı bir ortamda, Mustafa Kemal, 6 Aralık 1922 tarihinde basına verdiği bir demeçle, “HALK FIRKASI” adını taşıyan bir siyasal parti kuracağını açıklamıştır.

8 Nisan 1923 tarihinde ise, Mustafa Kemal’in, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatıyla, bir bildiri yayınladığı görülmektedir.

Dokuz maddeden oluştuğu için 9 umde (ilke) olarak anılan bu metin, bir “seçim bildirgesi” dir. Bu seçim bildirgesi, aynı zamanda, kurulacak parti için de bir program hazırlığı niteliğini taşımaktadır.

Daha sonra Mustafa Kemal ve partinin kuruluşunu destekleyen milletvekilleri, tüzük hazırlıklarına başlamışlardır.

Hazırlanan tüzükte, “HALKÇILIK”, “CUMHURİYETÇİLİK”, “MİLLİYETÇİLİK” temel ilkeler olarak gösterilmiş; “ULUSAL EGEMENLİK”, “DEVRİM” ve “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ” kavramlarına da yer verilmiş.

Daha sonra “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”, “HALK FIRKASI”na dönüştürülmüş ve Mustafa Kemal, 9 Eylül 1923’te İçişleri Bakanlığı’na başvurarak, “Halk Fırkası”nın kuruluşunu bildirmiştir.

Bu gelişim çizgisinin de ortaya koyduğu gibi, Cumhuriyet Halk Partisi, Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen ve yürüten “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”nin devamıdır.

Başlangıçta “Halk Fırkası” olan partinin adı, 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırkası”, 1935 yılında da “CUMHURİYET HALK PARTİSİ” olarak değiştirilmiştir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

Terakkiperver Fırka, kuruluşunu tamamladıktan sonra, iktidara karşı sert eleştirilerde bulunmaya başlamıştır. Özellikle de on üç milletvekilliği için yapılan ara seçimlerde, kendilerine baskı yapıldığını iddia ederek, eleştirilerini arttırmıştı. Bu eleştiriler sırasında, parti mensuplarının “rakiplerine karşı din unsurunu kullanmayı faydalı” görmeleri, o sıralarda laikçi reformların başarılı olması için çok çaba gösteren Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ nın şimşeklerini üzerlerine çekmişlerdir. Bu durum Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ nın Mustafa Kemal Paşa tarafından, Cumhuriyet karşıtı ve gerici olarak damgalanmasına neden olmuştur.

Gazi, yeni partiyi; “parti dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır” şeklindeki görüşünden dolayı, dini bayrak olarak kullanmakla suçlayarak, bu partinin programlarında; “Biz halifeliği yeniden isteriz. Biz yeni yasalar istemeyiz. Bize mecelle yeter. Medreseler, tekkeler, bilgisiz softalar, şeyhler, müritler, biz sizi koruyacağız; bizimle birlik olunuz! Çünkü, Mustafa Kemal’in partisi halifeliği kaldırdı. Müslümanlığı zedeliyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecek!” şeklinde, yeni rejime ters vaadlerde bulunduğunu ileri sürerek, T.C.F.’nı “.. en hain kafaların ürünü..  yurtta cana kıyıcıların, gericilerin sığınağı ve dayanağı” olmakla suçlamıştır.

Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı sırasında, Başbakan Fethi Bey’in bu partinin liderleri ile görüşerek, kendilerini uyardığı, buralardaki parti teşkilatlarının ya frenlenmesini yahut da büsbütün kaldırılmasını önerdiği anlaşılmaktadır. Bu isyanın tehlikeli bir hal alması üzerine, Hükümet 25 Şubat 1925’te “dinin siyasete alet edilmemesi hakkında tasarıyı kanunlaştırdı.”.Ancak Başbakan Fethi Bey hakkında, C.H.P. Grubunda Doğu olayları ile ilgili olarak verilen 18 imzalı soru önergesinden sonra, hükümete güven oylaması yapıldı ve Fethi Bey’e; 60’a karşı ,94 oyla güvensizlik gösterilmesi sonucu, kabine istifa etti. Yeni kabineyi kurmakla İsmet Paşa görevlendirildi.

Şeyh Sait isyanı karşısında, Terakkiperver Fırka’nın da Fethi Bey kabinesine destek olduğu hatta, lideri Kâzım Karabekir Paşa’nın, bu hükümetin verdiği sıkıyönetim kararını olumlu karşılayarak, isyan konusunda; “Dini alet ittihaz ederek millî mevcudiyeti tehlikeye koyanlar lanete şayandır. Bu hareket vatana hiyanettir..” diyerek, isyanı kınadığı görülmüştü. Ancak gerek Karabekir Paşa’nın ve gerekse Rauf Bey ile öteki T.C.F. ileri gelenlerinin isyanı önlemek amacıyla, Takrir-i Sükun Kanunu’nun kabul edilmesiniğ isteyen İsmet Paşa’ya karşı çıkmaları, Cumhuriyet rejiminin korunması için radikal tedbirlere başvurulmamasından yana olduklarını ortaya koymuştu. Muhalefetin karşı çıkmasına rağmen, İsmet Paşa Hükümeti’nin bu konudaki isteği, T.B.M.M.’nde 4 Mart 1924 tarihinde 23 olumsuz ve 2 çekimsere karşı, 155 oyla kabul edilerek, Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlüğe girdi,. Bu kanunla beraber de İstikâl Mahkemeleri de yeniden göreve başladı.

Şeyh Sait isyanı bastırıldıktan sonra, asilerin elebaşlarının yargılanmaları sırasında, “Şark İstiklâl Mahkemesi, dini propaganda ve tahriklerle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı irtibatlı görerek Fırkanın kapatılmasına karar…” verdi. Bu kararda İstiklâl Mahkemeleri’nin, partinin isyanla ilişkisini, iddia etmesi ve partiye karşı hükümetin aldığı tavır da etkili olmuş, T.C.F. Bakanlar Kurulu Kararı ile, 5 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır.

Terakkiperver Fırka ile Cumhuriyet Halk Fırkası arasındaki mücadele, bir noktadan bakıldığı zaman; Meşrutiyetle Cumhuriyet’in mücadelesi gibi düşünülebilir. İnönü’nün deyimi ile, “Terakkiperver Fırka erkanı(da), reformcu kimselerdi ama, Osmanlı reformcusu idiler.” Oysa Atatürk, bütünüyle çağdaşlaşmadan yana olup, devrimci yöntemlerle hedefe varmak istiyordu. Bu nedenle, Şark İsyanını da bir ideoloji mücadelesi olarak değerlendirmiş etnik ve dinsel yanı olduğu savunulan isyanın bastırılmasından sonra, T.C.F.’nın Doğu’daki elemanları tevkif edilerek, parti hareketsiz bırakılmıştı.

Terakkiperver Fırka’nın kapatılmasından sonra planlanan İzmir suikasti ise, Meşrutiyetçilerle Cumhuriyetçilerin mücadelesinin son perdesi olmuş, bu isyan sırasında, iktidar Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan yararlanarak basın üzerinde de sıkı bir denetim kurmuş ve bu suikastin liderlerinin yanı sıra, diğer muhalif simaların da etkisiz hale getirilmelerini sağlamıştır. Yaklaşık yedi aylık siyasi yaşamı kısa süren Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet denemesi olurken, 1930 yılına kadar yeni bir deneme yapılmayacaktı.

Bu denemeden çıkarılan en önemli sonuçlardan birisi; çok partili rejim ile devrimlerin birlikte yürüyemeyeceğinin anlaşılmış olmasıdır. Bu nedenle, çok partili sistemin kurulması yolunda yeni bir denemeye girişilebilmesi için, Cumhuriyet yönetimi, devrimin tamamlanmasını beklemek zorunda kalacaktı

Şeyh Sait İsyanı

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından yaklaşık üç ay sonra, Doğu’ da (13 Şubat 1925) Şeyh Sait isyanı başladı. Aslında bu isyanı, Musul sorununda Türkiye’ yi zor duruma düşürmek isteyen İngilizler destekliyordu. İsyanın giderek genişlemesi ve cumhuriyetin varlığı için bir tehlike oluşturmaya başlaması karşısında, Başbakan Fethi Bey, TBMM’nde güvensizlik oyu ile düşürüldü. Yeni hükümeti İsmet Paşa kurdu. Bu hükümet güven oyu aldıktan sonra, Takrir-i Sükun (Sıkıyönetim) Kanunu, 4 Mart 1925’te TBMM’nde kabul edildi ve İstiklal Mahkemeleri göreve başladı. Doğu İstiklal Mahkemesi, isyanla ilgili bularak, TCF’ nin kapatılmasına karar verdi. Bu gelişme sonrasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Bakanlar Kurulu kararı ile 5 Haziran 1925 tarihinde kapatıldı. Bu siyasi mücadele, cumhuriyetçilerin, meşrutiyetçilere karşı zaferi ile sona erdi. Terakkiperver Parti’ nin isyancılarla işbirliği ettiği belgelendirilememiştir. Bu partini genel başkanı Kazım Karabekir Paşa da isyancıları kınamıştır. Ancak Türk inkılabına karşı olan bazı kesimlerin, bu parti içine sızarak, muhalefet etmek eğiliminde oldukları anlaşılmaktadır.

İsyanı çıkaran Şeyh Sait ve yandaşları etkisiz hale getirildi ve başta Sait olmak üzere isyanın ileri gelenleri, idam edildi. Milli ordunun üçte ikisi bu isyanla uğraşmak durumunda kaldı. İngiltere ile Musul yüzünden bir sıcak savaşı bile göze almayı düşünen Türkiye’nin, bu konudaki pazarlık gücü azaldı. İsyan, Musul’un elden çıkmasında etkili oldu.

Mustafa Kemal’e Suikast Girişimi

Kurtuluş Savaşımız’ın önderi Atatürk’e karşı çeşitli zamanlarda suikast girişimleri planlanmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından sonra, gerçekleştirilmesi düşünülen, ancak plan aşamasında kalan, İzmir Suikastıdır.

Bu girişimi İttihatçı, eski milletvekillerinden ve Atatürk’ün muhaliflerinden Ziya Hurşit’in yönettiği anlaşılmaktadır. Suikast planını yapanların arasında eski İttihatçıların bulunması dikkat çekicidir.

İttihatçıların Maliye Bakanı Cavit bey, Çerkez Ethem’in arkadaşlarından Sarı Efe Edip, eski milletvekillerinden Dr. Nazım, İsmail Canbolat, Halis ile Eskişehir milletvekili Arif ve İzmir milletvekili Şükrü Beylerin de bu suikast girişiminin önde gelen sorumluları arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu gibi kimseler, Mustafa Kemal ve partisi ile siyasi alanda bir mücadeleyi göze alamadıkları için, onun varlığını ortadan kaldırmaya karar vermiş bulunuyorlardı. Mustafa Kemal’in 7 Mayıs 1926 tarihinde başladığı yurt gezisi sırasında, 15 Haziran’da İzmir’i ziyaret etmesi planlanmıştı. İşte bu ziyaret, suikastçılar için kaçınılmaz bir fırsat olarak değerlendirildi. Suikastın nasıl yapılacağı en ince ayrıntısına kadar belirlendi ve olaydan sonra Yunan adalarına kaçılması kararlaştırıldı.

Suikastı gerçekleştireceklerin, Sakız Adası’na kaçırılması işini üstlenen motor sahibi Giritli Şevki, Atatürk’ün İzmir’e gelişinin bir gün ertelenmesinden paniğe kapıldı. Bu kişinin durumu İzmir valisi’ne bildirmesiyle plan ortaya çıktı.

Yapılan baskın sonucu suikastı planlayanlar, suç araçları ile birlikte kaldıkları otelde yakalandılar. İstiklal Mahkemesi, konu ile ilgili olduğunu öne sürerek, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin bazı ileri gelenlerini de gözetim altına aldıysa da, daha sonra bu kişiler serbest bırakıldılar. İstiklal Mahkemeleri’nin suçlu bulduğu 13 kişi idam edildi

İzmir Suikastı planı, cumhuriyetçilerle, meşrutiyetçilerin mücadelesinin son perdesi oldu. Olaydan sonra, İttihatçılar tamamen safdışı edildi ve muhalefette bir varlık gösterebilmeleri söz konusu olmadı.

Serbest Cumhuriyet Fırkası

Takrir-i Sükûn Kanunu döneminde Türkiye’nin çağdaşlaşmasına yönelik önemli adımlar atılmış, hukuk sistemi değiştirilmiş, giysi ve yazı reformu yapılmış ve Anayasa’da laiklik doğrultusunda gelişmeler sağlanmıştı. Ancak ekonomik alandaki yoksulluk giderilememişti. Özellikle, 1929 yılında başlayan dünya ekonomik bunalımının olumsuz etkilerinin giderek artması ve aynı yıl memlekette kötü ürün alınması, halkın sızlanmalarına neden olmuştu.

Bunun yanısıra, siyasal ve hukuksal anlamda eşitliği öngören Halkçılık İlkesi’nin,siyasal bir slogandan öteye gidememesi, daha da kötüsü bu ilkeyi savunan C.H.P. içinde bazı partililerin, siyasi nüfuzlarını kullanarak, kendi çıkarlarını korumaya yönelik çabaları, Cumhurbaşkanı ve Parti Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ü çok üzüyordu. İşte bu ıstıraplara çare aranırken, Başbakan İsmet Paşa, Cumhurbaşkanı’na şu öneride bulundu; “Meclis kürsüsünde hükümetin karşısına mebuslar çıkıp da bütün bu fenalık denilen, nüfuz suistimali denilen hadiseleri bağırarak söyleyip şikayet etmeleri usulü tesis olunmadıkça, biz, bu nüfuzu kötüye kullanma ve yanlış siyaset yapma hastalığından kurtulamayacağız.”

Aslında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal de, bir diktatör havası vermekten hoşlanmıyordu. Sık sık çıktığı yurt gezilerinde halkın ne denli olumsuz şartlar içinde yaşadığını görüyordu. Bu durum, O’nun sürekli olarak hükümetten şikayet etmesine yol açıyordu.

Özet olarak Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün bir muhalefet yaratmak istemesinin başlıca nedenleri şöyle sıralanabilir :

1. Eskiden beri ülkede varolan yoksulluğun, Cumhuriyet döneminde de sürüp gitmesi ve halkın şikayetleri. Bu durum siyasi rejimin geleceğini tehlikeye sokabilirdi. Mevcut hükümet ekonomik sorunları çözmede başarılı olamamıştı.

2. Çağdaşlaşma yolunda 1923-30 yılları arasında en önemli inkılâplar gerçekleştirilmiş, bunlar Takrir-i Sükun Kanunu’nun koruyuculuğunda yapıldığı için, toplumsal tepkileri test edilememişti. Muhalefete izin verildiği zaman bu tepkiler ölçülebilecekti.

3. Partiye üye olan, hatta Atatürk’e yakın olduğunu iddia eden bir çok insanların hallerinden, hareketlerinden şikayet edilmesi almış yürümüştü. Başka bir deyişle, siyasi “nüfuz suistimali” vardı.

İktidar ile iyi ilişkiler içinde olmayı kendi çıkarları açısından gerekli gören; “Taşradaki eşraf, toprak ağası ve bir kısım tarım burjuvazisi ile kentlerde sınırlı biçimde gelişmiş bir kısım ticaret burjuvazisi de C.H.P. içinde egemen unsur olan bürokratlarla iktidar ittifakı yapmışlardı.”

4. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, çağdaşlaşmayı demokratik sistemin kurulabilmesi ile mümkün görüyor, kendisinin diktatör olarak gösterilmesinden hoşlanmıyor ve “Ben millete miras olarak arkamda bir istibdad müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum.” diyordu.

5. Takrir-i Sükun Kanunu 4 Mart 1929’da kaldırıldıktan sonra,Atatürk’ü değil, fakat İsmet Paşa’yı ve onun kabinesini hedef alan, “rejime sadık ve inançlı bir muhalefet ” hareketi başlamıştı. Bu muhalefet siyasi bir çatı altında örgütlenerek, iktidara eleştirileriyle yol gösterebilirdi.

6. Takrir-i Sükun Kanunu döneminde rejime karşı olanların önemli bir bölümü, “tehlike olmaktan çıkarılmış” ve bir bölümü de sindirilmiş bulunuyordu. Bu ortam rejimi sarsmadan bir muhalefetin kurulmasına olanak sağlıyordu.

7. Gazi, en yakın arkadaşlarından ve eski Başbakanlarından olup, Paris Büyükelçiliği görevinden yurda dönen Fethi Bey gibi rejime sadık, güvenilir bir muhalif bulmuştu. Fethi Bey, kendisine yazdığı bir mektupta; “Hükümetin parasal ve ekonomik konulardaki başarısızlığından, parlamentoda fikir özgürlüğünün olmayışından ve hükümetin sorumsuzluğundan..” yakınmıştı. Fethi Bey’in kuracağı bir muhalif partinin Türk Devrimi’ne karşıt tavır alması beklenemezdi. Böylelikle rejim güvence altında olurdu.

Menemen Olayı Nedir?

Gerici amaçlarını, muhalefet partilerinde gerçekleştirmeyi deneyen, ancak bu amaçlarında başarılı olamayan çevreler, rejime karşı olan nefretlerini bazı olaylarla da açığa vurmuşlardır. Bunlardan birisi de Menemen Olayı’dır.

Dördünün adı Mehmet ve yaşları henüz 18’i bulmayan, ikisinin adı da Hasan olan Nakşibendi Tarikatı’nın üyesi altı kişi, 23 Aralık 1930 tarihinde Menemen’ e gelerek, bir camiye baskın yaptılar. Camiden aldıkları yeşil sancağın altına toplanmayanların kılıçtan geçirileceklerini söyleyerek, halkı tehdit ettiler. Bu olayın başkahramanı olan yeşil sarıklı derviş Mehmet, kendisinin “Mehdi” (doğru yolu gösteren kişi) olduğunu, sınırda yetmişbin kişilik Halife ordusu’ nun” eklediğini duyurdu ve ilçede bir terör havası estirmeye başladı.

Bu olayın bastırılması görevi, o sırada takımını sabah eğitimine hazırlayan Öğretmen Asteğmen Kubilay’ a verildi. Silahlarında tahta eğitim mermileri olan askerler, süngülerini takınca, gericilerden biri silahını ateşleyerek, Kubilay’ ı yaraladı. Derviş Mehmet, kör bir bağ bıçağı ile Kubilay’ ın başını keserek, yeşil sancağın üzerine dikti. Bu olayda Kubilay’a yardıma gelen Bekçi Hasan ve Şevki de şehit edildiler.

Cumhuriyet ve Türk İnkılabına yönelik bir hareket olarak nitelenen bu olay, bastırıldıktan sonra, sorumluları yargılanarak, suçlu görülenler idam cezasına çarptırıldılar. Menemen olayı olarak anılan bu olaydan sonra, dinsel çevrelerden İnkılaba karşı yöneltilen saldırılarda ve eleştirilerde önemli bir azalma görüldü. Bu olay, Türk Devrimi’nin bütün evrelerinin tamamlanmadan çok partili sisteme geçilmesinin sakıncalarını bir kez daha ortaya koydu. Bütün bu gelişmelere karşın Atatürk, 1935 seçimlerinde bazı yerlerde CHP’nin adayları yerine bağımsız adayların seçilmesine yardımcı olarak, TBMM’ne az sayıda da olsa muhalif milletvekillerinin girmesini sağladı. Böylece kendi döneminde mecliste bağımsız bir grubun temellerini atmış oldu.

]]>
https://1bilgi.com/54/siyasal-partiler-ve-turkiyedeki-parti-yasaklari.html/feed 0